Hayatın karmaşası içerisinde insanlarımız ve ben, bir yer bulmaya çalışırken iki ay öncesine kadar yaşadığım Van’ın güzide bir gazetesinin köşesinde kendime bir yer buldum. Van’a tayin olduğumda viyana ve Van arasında bir trafik başladı.
Yıllarca yurt dışında gazetecilik ve köşe yazarlığı yaparken birden bire kendimi öğretmen olarak Van’da bulmuştum. Van ve Viyana diyeceksiniz şimdi. Evet, birbirlerine uzaklığı 3700 km. Ben de çok şaşırmıştım ama ülkemi ve ülkemin insanlarını, güneşini çok özlemiştim.
Sizler şimdi gurbeti benim gibi derinden yaşamadığınız için, ne insanlarımızın güler yüzlü, hoşsohbet ve birbirlerine karşı olan sevecenliklerini ne de ülkemizin herkesin ifade ettiği cennet misali tabiatını ve güneşinin kıymetini tasavvur bile edemezsiniz. Karanlık ve gri gökyüzü nedeniyle sürekli gece ve gündüz lambaların yandığı bir ülkeden tamamen doğal, Allahın alabildiğine cömertçe sunduğu güneşe kavuşunca sevinçten havalara uçmuştum.
Ne Avrupa’nın adı, ne rahatlığı, nede insana sınırsızca gösterdikleri saygı aklıma bile gelmemişti. Zaten yıllarca hasretini çekmiştim. Birden bire cennete düştüğümü sanmıştım. Ve büyük bir iştah ve özveriyle görevime başladım.
Şimdi yukarıda çizmiş olduğum tablo çok pembe değil mi? Evet bence de. İlk geldiğimde bunları düşünüp sevinmiştim. Ama gerçek hiç öyle değilmiş. 2001 yılında bıraktığım Türkiye ve insanı daha da kötüye gitmiş.
Üstad Mehmet Akif Ersoy yıllar önce Avrupa’yı gezip döndüğünde hava alanında gazeteciler “Üstad Avrupa’yı nasıl buldunuz” diye sorduklarında, Üstad, “Dinleri bizim işimiz gibi, işleri de bizim dinimiz gibi” diye cevap vermiş. “Avrupalı işini yaparken tam bizim dinimize uygun olarak eksiksiz yapıyor, ama dinlerini de sorarsanız bizim rastgele yapmış olduğumuz işlerimiz gibi bozuk ve düzensiz” diyerek Türkiye’nin hali pür melalini dile getirmiş.
Türkiye ve Türk insanı ahlaki ve dini dejenerasyonun son safhasına gelmiş de benim haberim olmamış. Yalan söyleme, münferit yaşama ve Müslüman’ın derdiyle dertlenme gibi kavramlar çoktan rafa kalkmış. Bunların tersten okunuşu, yani yalan, dolan, hile ve İslami olarak tasa çekmemek alkışlanır olmuş. El hasılı kelam geldiğime geleceğime pişman oldum diyebilirim. Fakat pişmanlık denizinde boğulmak yerine kendimi motive ederek hiç olmazsa söküklerin bir parçasına yama olmak gayreti içerisine girdim. Bu nedenle naçizane bu köşe de bir yer bulabildim.
Bundan sonra inşallah gerek çocuk eğitimi, gerek yetişkin çocuklar eğitimi (anne-babadır benim gözümde yetişkin çocuklar) gerek dini, gerek edebi ve gerekse ahlaki konularda bu köşede yazılarımla sizlerle buluşacağım. Rabbim her şeyin hayırlısını versin ve kendi katında kazananlardan eylesin.
コメント